14 Şubat 2016 Pazar

"Giderken kendimi sende bırakmayı diliyordum, gördüm ki sana hiç gelmemişim.
Anladım ki iyi niyetlerle dolu temenniler yalana sıvanmış teşekkürlerde boğuluyormuş.
Merhabanın boynunu bükene elveda demek zulümmüş.
Zülüflerinden zûl akan yare, sancıyan yaram kadar bile değer görmem.
Ondandır ki yarim ile değil yaram ile hoşum…"


Şems-i Tebrizi
"Özleyenler bilir, uyku bir gereksinim değil; sığınma talebidir geceye…’’

Nazan Bekiroğlu 
"Boşuna öldürmeyin papatyaları, seven sevdiğini belli eder.."
“Söylesene bir gece uyuyacak mıyım kokun burnumda?”
Çevremdeki durgun boşluğa bakmaktansa, kendi içimdeki ikili konuşmayı sürdürebilirim. Benim için iyi olmanın yolu budur ancak.

Kafka
Etrafımızda sesiz sedasız genişleyen boşluğu var gücümüzle kemirirken başkalarının yıllar, hatta yüz yıllar öncesinde yaşadıklarını da tekrar ediyoruz, sanırım. Modern zamanları doyasıya yaşarken aslında kendimize dahi itiraf edemediğimiz, itinayla gizlediğimiz ama bir yolunu bulup ‘ben burdayım’ diye bas bas bağıran parçalanmaz bir yalnızlık ve mutsuzluk hali ilede sürekli muhatap halindeyiz.
–Sanki sen öldün ve biz seni çoktan gömdük.–

Seni tanıyan insanlarla oturuyor, buluşuyor, seni hiç sormadan ayrılıyorum.

Onlar da seni sormuyor.
Niçin insanlar birbirlerine karşı içten davranmıyorlar? Neden en iyi insan bile karşısındakinden bir şeyler saklıyor, bütün düşündüklerini söylemiyor? Sözlerimizin yabana atılmadığını bildiğimiz zamanlar bile neden içimizden geçenleri olduğu gibi söylemiyoruz? Nedense herkes olduğundan katı görünmek istiyor. Duygularını hemen açığa vurursa küçük düşürülecekmiş gibi bir korku duyuyor?

Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Beyaz Geceler
Yaşamım boyunca uykuyu beklediğim kadar hiçbir şeyi beklemedim. Ancak anlamsızlık ve acı sonsuz bir gelişigüzelliğe vardığı günlerde derin derin, uzun uzun çok yorucu uykuları uyudum. Yorgun, isteksiz ve umutsuz uyanıncaya dek.
Kaybedince değerleniyor bazı şeyler. Hiç öyle kaybetmeden değerini bilsek ya falan deme bana. Bilinmiyor işte. Bilemezsin. İlla ki kaybedeceksin. Ha sonra “En fazla ne kaybedersin ki?” sorusuna rastlarsan eğer hemen o an da kaybedecek bir şeyin olmadığına kendini iyice inandır. Yoksa beklerken çürüyen taraf oluyorsun.
Ve ben bu denli özlesem de affetmem artık, böylesine üzgün paramparça bırakılışımı tek bir kişiye borçluyum. Ben kendimi çok özlüyorum aslında, şimdi kendimi tanımaz bir hale geldim. Tanısam da bir köşede ölmüştür benliğim, bütün duygularım. Ben bu satırlara da kayboldum gittim. O orda kayboluşumu izlerken hiç elimden tutmadı. Tutmadan bırakmak gibi. Bir umut etmek ki, küçük çocuklardan farkım yok bazen. Bazı şeyler için öyle bir hevesleniyordum ki. Hevesleniyordum demek de ne kötü şimdi karamsar duygular içinde boğulup gittim. Yaşadığım siyah gökyüzünü mavi sanıp sevinmek gibiydi benim dünyam. O bulutlara ulaşmakta değildi benim hayalim seyretmekle de yetinirdim ben. Ki öyle bir gök kaldı ki bana hep yağmurlu. Seyretmek ne mümkün gözüne inen her bir damlada.
kendimi pencere önlerinin güvenli olduğuna inandırdığım günden beri kitabımın üzerine düşen gölgede silüetin belirmiyor ve sallanan masaya haddini bildirecek bir kağıt parçası ararken dahi aklımda dolanıyor bazı şeyler.

ilk olarak aklımda dolanan şeylere çelme takacak kadar acımasız biri olmadığıma inandırdım kendimi. sonra onlarla konuşmayı şeçtim. sesleri hiç yükselmedi. ben de bağırmadım onlara. kafamın içindeki bir dünyadan bahsediyorlar sürekli. bir ara dörtte üçü korku geri kalanı sevgiyle kaplı diyecek oldular sanki, tam anlayamadım burası o kadar gürültülü ki. bu yüzden ne zaman onlarla konuşacak olsam inanılmaz bir baş ağrısıyla boğuşurken buluyorum kendimi. bana yol göstermek istediklerini söyleseler de ben o yaşadıkları dünyayı anlatmalarını istiyorum. gürültüyü iğneler gibi sessiz kalıyorlar bazen. sanki bir şeyden korkuyorlar. burası benim dünyam dememden belki; ama değil. yaşantılarım teğet geçiyordur sadece. korkunun ortaya çıkmadığı ve gürültünün arttığı her an dünyalarına yeni bir yüz eklendiğini söyleyip aklımda dolanmaya ara veriyorlar bazen. yüzlere olan ilgilerinin bende yarattığı huzursuzluk o dünyanın yabancısı olmadığımı söylüyor. sanırım bu dünya benim demek için yüzlerin silindiği ve geriye fısıltıların kalacağı anı bekliyorum.

.. 
O an pencere önceleri güvenilir olmaktan çıkarsa eğer bütün masalar parçalanmış ve kitaplar yırtılmıştır.
“Aslında..” dedi. “Satırlarca, sayfalarca ve hatta kitaplarca anlatılabilecek bir kadınsın. Fakat sığarsın da bir şiirin dizesine. Beklenmediksin, tahmin edilemezsin. Sigaranı kendi avuç içlerinde söndürürken gülümseyen, sonra dönüp kendinden özür dileyensin. Daktilo tuşlarının arasına parmaklarını sıkıştırmayı seversin, kelimeler ellerinden tutuyormuş gibi hissediyormuşsun, öyle derdin. Koskoca sahilde yalnız başına duran bankın bir köşesine yaslanıp yıllarca uyuyabilirsin ama başını kendi yastığına koyduğunda rahat edemezsin. Sen yıllardır önünden geçmeme rağmen daha önce fark etmediğim o kitapçıda, kimsenin ulaşamadığı en üst raftaki yıllandıkça güzelleşen, eski ama vazgeçilmez bir kitapsın benim için. Bu yüzden koparmalarına izin verme sayfalarını, ve en önemlisi yitirme kendine olan inancını. Sen insanlığın yaradılışının tek mucizesi, yalnızca sen kurtarabilirsin kendini.”